HIZLI ESKİŞEHİR TURU

    Geçtiğimiz hafta sonu Eskişehir'e kısa bir gezi fırsatım oldu. Malum geçtiğimiz pazartesi-salı günleri SBS sınavları yüzünden ilkokullar tatildi. Yeğenim Nisan da evde olduğu için kardeşim 1 gün izin kullandı, arkadaşları olan başka bir aileyle Eskişehir'e gitme planı yaptılar. E Nisan'a tatil olunca anneannemize de tatil tabii.       Hep beraber yollara dökülmeye karar verdiler. Onlar çoluk çocuk gezecekleri için beni de anneme arkadaş olayım diye davet ettiler. İyi oldu, hoş oldu.
    Pazar sabahı çok erken bir saatte hep beraber İstanbul'dan yola çıktık. Yaklaşık 4 saat sonra Eskişehir'deydik. Çocuklu olanlar hemen Sazova'nın içindeki Masal Park'a doğru yola koyuldular. Biz annemle Sazova'ya gitmedik. Çok güzel bir park kompleksi olduğu söyleniyor. Kardeşimin çektiği fotoğraflardan örnek vereyim, Masal Park şöyle bir şey.
İşte benim Nisan'ım...
    Grubu masallar diyarına yolcu ettikten sonra annemle biz Odunpazarı'na gitmeye karar verdik. Odunpazarı'nı Eskişehir'in merkezine uzak zannederdim ben hep. Meğer çok yakınmış. Tramvaya bindik 4-5 durak sonra indik.
    Odunpazarı 19.yy.'dan kalma rengarenk tarihi evleriyle ve müzeleriyle meşhur bir bölge. Zaman içerisinde Bizans, Selçuklu ve Osmanlı hakimiyetinin hüküm sürdüğü Odunpazarı, "Tarihi ve Kentsel Sit Alanı" konumunda. Huzurlu ve sıcacık. Rengarenk tarihi evlerin arasında gezmek çok keyifli. Gezimizin neredeyse tamamında yağımur yağdığı için iyi fotoğraflar çekemedim. Yani Odunpazarı evleri ve sokaklarını benim fotoğraflarıma göre değerlendirmek haksızlık olur:) Çok daha güzeller.


     
    Evlerin yanı sıra Osmanlı camileri, külliyeleri, türbeleri, hanları da var Odunpazarı'nda. Mesela Kurşunlu Cami ve Külliyesi. 1515-1527 yılları arasında yapılmış. Mevlevihane'sinde Lüle Taşı Müzesi olduğu için o tarafa doğru yöneldik. Şansımıza bizim orada olduğumuz saatte semazenlerin gösterisi vardı. Kalabalık bir grupla birlikte seyrettik.


    
    Evet çok kalabalıktı Odunpazarı camileri ve müzeleri. Şu güzelim gösteri sırasında -gösteri bitmeden dışarı çıkılmaması konusunda uyarı olmasına rağmen- turlarla gelen insan kalabalığı devamlı içeri girip çıkarak büyük terbiyesizlik yaptılar. Tam bir curcuna vardı. Türkiye'nin her yerinden otobüslerle gelen yerli turist kaynıyordu şehir. Özellikle de Odunpazarı. Hafta sonları durum böyleymiş. Bir daha gidersem sanırım hafta içini tercih edeceğim.
    Kurşunlu Külliyesi Mevlevihanesi'nde ufak bir de Lületaşı Müzesi var. Ülkemizde lületaşının neredeyse tamamı Eskişehir'den çıkmakta. Lületaşı yeraltında ıslak halde bulunuyormuş. Bünyesindeki nem sayesinde yumuşak olduğu için kolaylıkla işleniyor, daha sonra kurutuluyormuş. Tüm dünyada daha çok pipo yapımında kullanılıyormuş. Süs eşyaları da yapılıyor aynı zamanda. Eskişehir'den çok güzel lületaşı pipolar, takılar, biblolar satın almak mümkün. İşte Lületaşı Müzesi'nden bir örnek.


    
    Aşağıdaki fotoğrafta görülen sokak heykeli (-ki Eskişehir'de çok fazla sokak heykeli var) lületaşı çıkaran bir madenci sanırım. Madenci figürü Eskişehir'in simgelerinden biri. Hediyelik eşyalarda bol bol yer alıyor.


    
    Odunpazarı'nda gezmek istiyoruz ama feci yağmur yağıyor. Arada durduğu ya da azaldığı anda koştura koştura görmek istediğimiz yerleri ararken Atlıhan'a rastlıyoruz. Bugün hediyelik eşya satan dükkanların olduğu küçük, sevimli, tarihi bir han burası.



    Sırada Kent Belleği Müzesi ve Cam Sanatları Müzesi var. Her ikisi de bu sevimli Odunpazarı evinin içerisinde yer alıyor.


Üstü kapalı olduğu için yağmur etkilememiş, rahat rahat oturmuşum:)

    Her iki müzeye de bayıldım. İstanbul'da Pera Müzesi'nde kaçırdığım Yıldız Moran fotoğraf sergisine burada rastlamak mutlu etti beni.


    
    Cam sanatına hayran olduğum için Cam Sanatları Müzesi ayrıca beğenimi kazandı. Yerli ve yabancı birçok sanatçının şahane eserleri vardı ve ben fazlasıyla beğendim her birini.

   

    Cam eserleri de gördük, gezdik, karnımız acıktı. Yağmurun izin verdiği kadarıyla gezerken Osmanlı Şerbet Evi'ne rastladık. Hem fast food, hem ev yemekleri birçok seçenek vardı yiyecek açısından. Bir şeyler seçtik. Ama burası adı üstünde Şerbet Evi. Çeşit çeşit şerbetten şimdi adını unuttuğum birini seçtik. Güzeldi. Biz şerbetlerimizi içerken TRT için çekim de yapılıyordu aynı anda. Televizyona çıkmadık ama mekanın Facebook sayfasında varız:) Islak ve yorgun hallerimizle poz vermişiz, komik olmuş. Yok koymayacağım onu buraya:)

    Odunpazarı gezimizi Balmumu Heykeller Müzesi'nde noktaladık. Aslında ben, vaktimiz kısıtlı olduğu için bu müzeye uğramayız diye düşünüyordum. Yani burun kıvırmıştım açıkçası ama hata etmişim. Yine de dayanamadım ve girdik. Üstelik sıra bekleyerek girdik. İçeri girince de oldukça keyifli vakit geçirdik. Balmumu heykellerin hepsi Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'in elinden çıkmış. Kendisini tebrik etmek lazım. İlk heykeller Atatürk'e ve silah arkadaşlarına ait. Atatürk'ün çok sayıda heykeli var. Ata'yı manevi kızı Ülkü'yle sohbet ederken veya -Fikriye dahil- ailesiyle birlikte görünce duygulanıyor insan ister istemez.
    Müzede sanat dünyasından, spor dünyasından, siyasilerden, gazetecilerden, şair ve yazarlardan pek çok ismin balmumu heykeli var. Herkes "bu benzemiş, bu pek benzememiş" diye diye geziyor, "Aaa! Adile Naşit! Ayy! Ecevit!" şeklinde kendi sevdiği isimleri gördükçe mutlu oluyor. Aşık Veysel'le birlikte saz çalarken fotoğraf çektiren mi istersin? İlber Ortaylı'ya sarılmış poz veren mi? Yoksa Alparslan Türkeş'le birlikte bozkurt işareti yapan mı? Herkes keyifli, herkes gülüyor. Gerçekten gülümseten bir müze. Ben fotoğraf çekemedim çünkü telefonumla çektiğim için oraya gelene kadar şarjım dayanmadı. Yine önemsemeyerek bu müzede fotoğrafa  gerek olmadığını (çünkü benim için müzede illa tarih olacak) düşünmüştüm fakat olsa çekermişim yani:) Eskişehir Balmumu Heykeller Müzesi'ni hafife alarak hata ettim, kabul ediyorum.
    Ben de hiç olmazsa hatıra kalsın eski politikacılarla fotoğraf çektirdim. Müzede bazı bölümlerde ziyaretçilerin fotoğraf çekmesi yasak. O bölümler özel bir iş için ayrılmış. Burada belirlenen kişilerle, görevliler tarafından çektirdiğin fotoğraflar için ücret ödüyorsun ve böylece sağlanan gelir kız çocuklarının eğitimi ve engelli vatandaşlar için harcanıyor. Bu bölümlerde politikacılar var. Öncelikle baş köşede Atatürk var. Diğer bir tarafta Putin, Merkel, Obama gibi yabancı politikacılar var. Bir de bir dönemin politikacıları var. Benim çocukluğumun, gençlik dönemimin politikacıları. Şöyle ki:


    
    İşte böyle geçtim ortalarına, memleket meseleleri konuştuk biraz:) Erdal İnönü ve Alparslan Türkeş de olsaydı tam nostalji olacaktı benim için:)
    Bir de Atatürk'ün yanında fotoğraf çektirdim. Ata'm her zaman ve her şartta olduğu gibi yine çok yakışıklıydı ama ben berbat çıkmışım, onu eklemiyorum o yüzden:) Dediğim gibi bu iki fotoğrafın geliri muhtaç durumdaki vatandaşlarımız içindi. Güzel bir uygulama değil mi?

    Odunpazarı'nda müzeler bu kadar değil. Karikatür Müzesi var örneğin ama annem çok yorgun olduğu için giremedik. Cumhuriyet Müzesi kapalıydı. Muhakkak her gezimizde hepimiz kapalı müzelere denk geliriz. Yani bir tek bana olmuyordur herhalde. İstisnasız hangi kentimize gitsem önemli müzelerden 1-2'si mutlaka tadilatta, restorasyonda olur. Cumhuriyet Müzesi gibi Osmanlı Evi de kapalıydı.       Onu da görmek istiyordum olmadı. Biz de vakit akşamüstüne yaklaşırken otelimize dönmeye ve biraz dinlenmeye karar verdik. Sabah çok erken yola çıkmıştık ve annem de ben de gece geç uyuyanlardan olduğumuz için neredeyse hiç uykusuz Eskişehir'e gelip bir de üzerine bu kadar yer gezmiştik. Hadi ben daha idare ediyorum ama annem artık yoruluyor:) 1-2 saat dinlendikten sonra dışarı çıkıp akşam yemeği için hem maç seyredip hem yemek yiyebileceğimiz bir yer aradım. Çünkü o gün Fenerbahçe şampiyon olacaktı, muhakkak maçı seyretmem gerekiyordu. Eğer bu geziyi önceden ayarlamamış olsak ben o gün kesin Şükrü Saracoğlu'nda olurdum.Neyse efendim, yakınlarda maç seyredeceğimiz bir yer bulamadım. "Oh ne rahat çıkıyorsun öyle maç seyredeyim, yemek yiyeyim falan" diye düşünülmesin lütfen çünkü Eskişehir çok modern bir kent. Öğrenci şehri. Otelimiz de tam merkezdeydi, her taraf cıvıl cıvıldı. O güveni hissetmesem zaten maç seyredeyim havasına da giremezdim çünkü pimpirikli bir insanımdır. Maç seyredecek yer bulamayışımın nedeni tamamen sportif nedenlerden kaynaklanıyordu:) Rahatça oturabileceğimiz yerlerde Eskişehir maçı açıktı. "Fenerbahçe maçını açmıyor musunuz?" dedim. "Yok, Eskişehir maçı var" dediler:) Bu arada benim üzerimde de Fenerbahçe forması. Aslında binalarda kocaman kocaman Eskişehir Spor bayraklarının asılı olmasından anlamam gerekirdi ve Eskişehirliler'in takımlarına sahip çıktıklarını da biliyorum ama ne bileyim şampiyonuz ya bize özel bir şeyler olur sandım:) "Barlar sokağında vardır" dediler ama o kadar da değil yani:) Neticede, kaldığımız Namlı Otel'in altında kendi yerleri olan Namlı Restoran'da bir şeyler yedikten sonra odaya çıktık, televizyonu anneme bıraktım, ben bilgisayara kulaklığı taktım TRT Spor seyrettim:) Bu da böyle bir şampiyonluk anısı oldu. Bizim diğer grup yine çoluk-çocuk kafelerde, birbirlerinin odasında takılıyorlardı. Dikkat edilirse hiç muhatap olmuyoruz annem ve ben:)
    O akşam şampiyonluk sarhoşluğuyla epeyi bir internette gezinip, coşkun ve taşkın bir şekilde Facebook'ta ve Twitter'da şampiyonluk paylaşımlarında bulunup belki de birçok insani sinir ettikten sonra planladığımdan geç uyudum:) Ama sabah erkenden kalktım, Tülomsaş'a Devrim arabasını görmeye gittim. Annem biraz daha dinlenmek istedi, benimle gelmedi. "Devrim", 1961 yılında tamamen yerli kaynaklarla üretilmiş ilk otomobil. Hüzünlü, içime dokunan bir hikayesi var. Bu arabayı görmezsem olmazdı. Neredeyse başlı başına Eskişehir'e gelme nedenimdi. Hep aklımdaydı. Gördüm. Hikayesi, fotoğrafları, ziyaret saatleri ve nasıl gidileceği bir sonraki yazının konusu olacak. Benden söylemesi.


    
    Eskişehir'deki 2.günümüzü -daha doğrusu saatlerimizi- Porsuk Çayı civarında geçirdik. Çünkü biraz erken bir saatte, 13.00 gibi yola çıkacaktık. Porsuk Çayı'nda tur atmazsak olmaz dedik. Önce biraz yürüyüş yaptık. Çok hoş manzaralar yakaladık.




    
    Porsuk Çayı civarı kafelerle, restoranlarla dolu. Çok keyifli. Pırıl pırıl.


    
    Biraz da Porsuk'un içinden görelim kenti dedik ve gondola veya Esbot'a binmek istedik. Gondollar öğleden önce çalışmıyormuş. Esbot'a yöneldik. Onların da saati var galiba ama 20 kişiyi geçince kalkabilir dediler. Öyle karışık konuştular ki saate uygun mu kalktı araç yoksa 20-30 kişi toplandık diye mi hiç bilmiyorum. İyice sormakta, didiklemekte fayda var. Bize mi öyleleri denk geldi bilmiyorum ama görevliler çok naletti. Turun 30 lira olduğunu söylediler. Yani "10 kişi de binsen 30 lira, 20 kişi de binsen 30 lira. İstersen tek başına bin, yine 30 lira" dediler. "20 kişi olunca kalkarız kişi başı 1,5 lira verirsiniz" dediler. Sonra "10 kişisiniz 3'er lira" dediler. Bizden önceki grupla giden Esbot dönene kadar bekleyenler çoğaldı. 30-35 kişi olduk. Bindiğimizde yine 3'er lira topladı daha önce konuştuğumuzdan farklı bir çocuk. "E hani toplamda 30 liraydı?" dedik biz ilk gelenler. "Öğleden önce öyle, öğleden sonra kişi başı 3 lira" dedi. Saat de o sırada daha 11.00. Bir de ters ters konuşuyor. Fazla üzerinde durmamayı tercih ettik. Turlamadan gitmek de istemiyoruz. Ama çok sinir bozuculardı. Şikayet için vaktimiz yoktu o gün ama ben en iyisi şimdi belediyeye yazayım. Bir de şöyle bir şey var, şehir turist kaynarken neden gondollar ve Esbot devamlı çalışmıyor? Tok satıcı derler ya hani? İşte öyle bir havaları var.
    
   Esbot'umuz bu:)
   

    Bunlar da Porsuk'ta usul usul süzülürken çekilen fotoğraflardan biri. Arka plandaki binanın rengine dikkat! Altından geçtiğimiz köprüyle aynı renkte. Göze hoş gelen bir ayrıntı.

    Porsuk turumuzu da tamamladık. En son durağımız Haller. Otelden eşyalarımızı alıp yola koyulmadan önce, hemen karşısındaki Haller'e uğrayıp biraz dinlendik. Haller enfes bir mekan.

    1930'larda yapılmış eski yaş sebze ve meyve hali bugün hediyelik eşya dükkanlarının, kafelerin, restoranların olduğu şık bir pasaja dönüşmüş. Öğrencilerin rağbet ettiği bir mekanmış ancak pazar akşamı uğradığımızda da sakindi, pazartesi öğlen saatlerinde de. Hatta pazartesi günü birçok dükkan kapalıydı. Hafta sonu fazla turist olduğu için esnaf pazartesi günü tatil yapıyor sanırım.


    
    Haller'de hareket cuma, cumartesi günleri olmalı. Canlı müzik yapılan bir platformu var. Ayrıca bir de tiyatro salonu bulunuyormuş.

    Eskişehir için "Herhangi bir Avrupa kentinden farkı yok" diyorlar ya hani? Gerçekten doğru. Modern, tertemiz, güven veren bir görünümü var. Nasıl oldu da bu güzel şehirde 19 yaşındaki bir gencimiz polis tarafından dövülerek öldürüldü? Nasıl oldu da kafasına darbe aldığı halde devlet hastanesinin bir doktoru tarafından "Bir şeyin yok" diyerek evine yollandı? Eskişehir'e ilk adım attığımda ve sonrasında gezerken devamlı bunlar geldi aklıma. Ne yazık ki artık bu kent tüm güzelliğine rağmen bana öncelikle Ali İsmail Korkmaz'ı hatırlatıyor:(



    İşte böyle... Eskişehir'de bunları gördüm bunları yaşadım. Kısa bir gezi oldu ama güzeldi. Tekrar bir ziyaret ister. Ailecek gideriz bu sefer. Daha görülecek yerler var. Sazova, Kentpark, Havacılık Müzesi, Bilim Merkezi, Şehr-i Aşk Adası, Sabancı Uzay Evi, Arkeoloji Müzesi, Cumhuriyet Müzesi, Karikatür Müzesi, Osmanlı Evi bir başka zamana kaldı.

    Ha bir de, unutuyordum, Eskişehir'de Çiğ Börek yenir malum. Ancak biz yemedik. Annem nedense, aslında çok sevdiği halde istemedi. Kardeşim ve grubu Çiğ Börek yemek için meşhur Papağan'a gittiler ancak memnun kalmamışlar. Çok yağlı olduğunu söylediler. Annem tamamen vazgeçti bunun üzerine. Aslında muhakkak iyi yapan yerler vardır. Eskişehir Kırım Türkleri'nin yoğunlukta olduğu bir kent olduğu için Çiğ Börek yapan birçok lokanta var. Bu sefer olmadı. Çiğ Börek için de bir daha ki sefere diyorum.
   Konaklama tavsiyesi isteyenlere de Grand Namlı Otel'i önerebilirim. Tertemiz, merkezi bir konumda ve odaları oldukça geniş. Namlı markasından dolayı altındaki şarküteri-kafeterya birleşimi mekanda yenilen kahvaltısı ve sucuklu-pastırmalı pizzası çok iyi. 
    Eskişehir gezisi de Gaziantep gibi beklemediğim bir zamanda gerçekleşti. İnşallah böyle güzel sürprizler çok olur hayatımızda. Bakalım bir sonraki rotamız neresi olacak? Havalar güzelleşti, uzak yakın fark etmez, herkese bol gezmeli, bol keşfetmeli günler diliyorum.
    


   
   
Share:

0 Yorumlar:

Yorum Gönder

Bunlara Göz Atmalısın

Stats

Bu Blogda Ara

Arşiv

Hakkında

Teknoloji manyağı

Latest Posts

Featured

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Mutlaka Okumanız Gerekenler

AD BANNER

Etiketler

Blog Arşivi